KRİSTAL HABİTUS VE AGREGATLARI Kristallerin birlikte agregat halinde büyüme tarzları ve birey kristallerin habitus veya biçimleri, minerallerin tanınmasında önemli ölçüde yardım sağlarlar. Kristaller tek başlarına bulundukları zaman, ideal biçimleri dışında, iğnemsi (kıl, saç ve ip gibi), düzleşmiş, uzamış ve bıçaksı gibi biçimlerde bulunabilirler. Ayrı bulunabildikleri gibi, birbirlerine çok yakın ve birbirinin gelişmesine engel olacak tarzda da büyümüş olabilirler. Böylece, göze çarpan düz yüzeyleri bulunmayan kristal yığışımı veya topluluklarına kristal agregatı denir. Bu tarzda bulunan kristaller, iyi gelişen kristallere göre doğada daha yaygın ve daha bol olarak bulunurlar. Genellikle çok sayıda bireyden meydana gelen kristal agregatları aşağıdaki terimlerle tanımlanırlar. Bunlardan bazıları Şek. 6.1’de gösterilmektedir. 1. Belirgin ve ayrı kristaller: (a) İğnemsi. Narin, iğnemsi kristaller. (b) Kılcal. Saç veya ipe benzer kristaller. (c) Bıçaksı. Bıçak gibi uzamış ve yassılaşmış kristaller. 2. Belirgin ve grup halinde bulunan kristaller: (a) Dendritik. Bazen bitkiye benzeyen ve ıraksayan dallı görünüşlü. (b) Ağ biçimli. Kafese benzeyen görünüşte kesişen ince kristal grupları. (c) Işınsal. Işınsal kristal grupları. (d) Druz. Küçük kristallerle kaplanmış bir yüzey. 3. Birey kristallerden meydana gelen paralel veya ışınsal gruplar: (a) Sütunsal. İri, sütun biçimli bireylerden meydana gelen gruplar. (b) Bıçaksı. Çok sayıda yassılaşmış ve uzamış kristallerden meydana gelen agregat. (c) Lifsi. Işınsal veya paralel narin liflerden meydana gelen agregat. 106 Mineraloji, M. Yeniyol (d) Yıldızlı. Işınsal olarak dizilmiş bireylerden meydana gelen yıldıza benzeyen veya yuvarlak gruplar. (e) Küresel. Işınsal dizilmiş bireylerden meydana gelen küçük, küresel veya yarı küresel gruplar. (f) Salkımımsı. Bir üzüm salkımını andıran küresel yapılar. (g) Böbreğimsi. Işınsal olarak dizilmiş bireylerden meydana gelen yuvarlak, böbrek biçimli bir kütle. Şek. 6.1. Bazı mineral habitusları ve agregatları. Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 107 (h) Kolloform. Işınsal bireylerden meydana gelen böbreğimsi ve salkımımsı oluşuklar. 4. Pul ve lamellerden meydana gelen mineral agregatları: (a) Yapraklı. Katmanlara ve yapraklara kolay ayrılabilen agregat. (b) Mikamsı. Yaprağımsı fakat mikalarda olduğu gibi çok ince levhalara ayrılabilen agregat. (d) Lamelli veya yassılaşmış. Birbirinin üstüne gelen yapışık ve levhamsı bireylerden oluşan agregat. (e) Tüysü. Tüye benzeyen veya ıraksayan ince pullu agregat. 5. Eş boyutlu tanelerden meydana gelen agregata: taneli veya granüler adı verilir. 6. Diğer terimler: (a) Stalaktitik. İç içe girmiş silindir veya koniler. Mineral sularının mağara tavanlarından damlaması sonucunda meydana gelirler. (b) Konsantrik. Az veya çok küresel olan katmanların üst üste ortak bir merkez etrafında yer alması ile meydana gelirler. (c) Pizolitik. Fasulye boyutundaki yuvarlak taneler. (d) Öolitik. Küçük balık yumurtasına benzeyen yuvarlak taneler. (e) Bantlı. Farklı renk veya dokulu ince mineral bantlarından meydana gelmiş yapılar. (f) Masif. Yukarıdaki örnekler gibi belirgin bir yapı göstermeyen ve sıkı malzemeden meydana gelen agregat. (g) Amigdoloidal. Badem biçimli nodüller içeren kayaçlar. (h) Jeod. İçi mineral ile tümüyle doldurulmamış kayaç boşluğu. Jeodlar, akikte olduğu gibi birbirini izleyen çökelmeyle bantlı bir yapı kazanırlar. En iç kısımda ise düzgün yüzeyli kristaller yer alır. (i) Konkresyon. Maddenin bir çekirdek etrafında çökelmesiyle oluşmuş kütleler. Bazıları küresele yakın, bazıları ise çeşitli biçimlerde bulunurlar. Şek. 6.2. Dilinimler. (a) kübik, (b) oktaedral, (c) dodekaedral, (d) romboedral, (e) prizmatik ve pinakoidal, (f) bazal. 108 Mineraloji, M. Yeniyol
DİLİNİM, YARILMA VE KIRILMA
Bir maddeye etki eden kuvvetler dilinim, yarılma veya kırılma meydana getirebilirler. Kristalen maddenin dayanımı; bağ türleri, bunların düzenlenme tarzları ve yapısal kusurların varlığına bağlıdır. Mineralin uygulanan kuvvete karşı gösterdiği tepkide bağ türleri büyük bir önem taşır. Ayrıca, bir mineralin belirli düzlemlerinde veya yönlerinde yapısal kusurlar varsa, bu yönler boyunca daha kolay deformasyona uğrar. Meydana gelen gerilim mineralin direnç sınırını aşarsa kırılma meydana gelir. Minerallerin çoğunun yapısında diğer yönlerden daha zayıf olan ve sistematik olarak yer alan düzlemsel yönler vardır. Bunun nedeni, kristalin belirli yönlerinde, diğer yönlerine oranla daha az sayıda veya daha zayıf bağların olmasıdır.
Dilinim
Minerallerin atomik düzlemlerine paralel olarak gösterdikleri düz yüzeyli levhalara ayrılma eğilimine dilinim denir. Kristalin iç yapısına bağlı olup sadece atomik düzlemlere paralel olarak meydana gelir. Dilinim, bir grup paralel atomik düzlem arasında bulunan zayıf bağlardan, daha büyük kafes mesafesinden veya her ikisinin varlığından kaynaklanabilir. Dilinim, bazı minerallerde tek yönde olabildiği gibi (mikalar), iki yönde (ortoklas) veya üç yönde de (galenit) olabilir. Bazı minerallerin ise dilinimi yoktur (kuars). Dilinimi tanımlarken, kalitesini ve kristalografik yönlerini de vermek gereklidir. Dilinimin kalitesi için; mükemmel, iyi ve zayıf gibi terimler kullanılır. Dilinimin yönü ise kübik {001}, oktaedral {111}, romboedral {101 1 }, prizmatik {110} veya pinakoidal {001} gibi dilinimin paralel olduğu formun adı veya indisleri ile ifade edilir (Şek. 6.2).
Yarılma
Minerallerde zayıf yapısal düzlemler boyunca görülen ayrılmaya yarılma denir. Bu zayıflıklar; basınç, ikizlenme veya eksolüsyonun sonucu olarak meydana gelebilirler ve kristalografik düzlemlere paralel olmaları nedeniyle dilinimi andırırlar. Ancak dilinimden farklı olarak yarılma her numunede görülmez. Sadece ikizlenmiş veya basınçlardan etkilenmiş minerallerde izlenir. Bu minerallerde bile, belirli yönlerde az sayıda yarılma düzlemi bulunur. Örneğin, ikizler; yapışma düzlemi boyunca yarılma, bu düzlemlerin dışında ise düzensiz kırılma gösterirler. Bilinen başlıca yarılma örnekleri, magnetitin oktaedral yarılması, piroksenlerin bazal yarılması ve korundun romboedral yarılmasıdır (Şek. 6.3). Şek. 6.3. (a) Bazal yarılma (piroksen). (b) Romboedral yarılma (korund).
Kırılma
Bazı minerallerdeki bağlar tüm yönlerde yaklaşık olarak aynı dayanımdadırlar. Bu kristallerde kopma ve ayrılma belirli kristalografik yönleri izlemez. Bir mineralin dilinim ve yarılma yüzeyleri dışında kalan yüzeyler boyunca ayrılmasına kırılma denir. Kırılma, mineraller için önemli ölçüde tanıtıcı olan bir özelliktir. Farklı kırılma çeşitleri aşağıda verilmektedir. (a) Konkoidal (midye kabuğu biçimli) kırılma. Kırık yüzeyi bir midye kabuğunun içini andıran düz, kavisli bir yüzeydir. Tipik olarak cam ve kuarsta görülür. Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 109 (b) Lifsel ve kıymıklı. Lifli minerallerde görülen kırılma tarzı. (c) Çengelli. Dişli ve keskin kenarlı kırık yüzeyi. (d) Pürüzlü veya düzensiz. Pürüzlü veya düzensiz yüzeyler meydana getiren kırılma.
SERTLİK
Bir mineralin düzgün bir yüzeyinin çizilmeye karşı gösterdiği dirence sertlik denir (S). Diğer fiziksel özellikler gibi sertlik de mineralin kristal yapısıyla ilgilidir. Plastiklik gösteren metalik bağlı kristallerde çizilme, bir oyuk meydana getirir. Ancak iyonik ve kovalent bağlı gevrek mineraller mikro boyutta kırılarak çizilmeye tepki verirler. 1824 yılında Avusturyalı mineralog F. Mohs, doğada en çok bulunan mineraller arasında on tane mineral seçmiştir. Bu minerallerle karşılaştırma yaparak herhangi bir mineralin göreceli sertliği kolayca saptanabilir. Artan sertliğe göre sıralanmış olan aşağıdaki bu on mineral, Mohs Cetveli (skalası) olarak da adlandırılan sertlik cetvelini meydana getirirler. 1. Talk 6. Ortoklas 2. Jips 7. Kuars 3. Kalsit 8. Topaz 4. Florit 9. Korund 5. Apatit 10. Elmas Yukarıda verilen değerler bu minerallerin göreceli sertlik dereceleridir. Aynı minerallerin mutlak sertlikleri göreceli sertliklerinden daha farklı olup aletsel yöntemlerle ölçülürler. Mohs cetvelindeki minerallerin bağıl ve mutlak sertlikleri Şek. 6.4’te verilmektedir. Burada, Mohs Cetvelindeki bağıl sertlik konumlarını korumakla birlikte minerallerin mutlak sertliklerinin nasıl değiştiği görülmektedir. Örneğin, korund’un mutlak sertliği topazdan iki kat, kuarstan ise dört kat daha fazladır. Mohs Cetvelinden yararlanarak bir mineralin sertliğini bulmak için, bu mineralin cetveldeki minerallerden hangisini çizdiğini, Şek. 6.4. Mohs göreceli sertlik değerleri ile mutlak sertlik değerlerinin karşılaştırılması. hangisini de çizemediğini ortaya koymak gerekir. Bunu yaparken aşağıdaki durumlar da göz önünde alınmalıdır. Bazen bir mineral daha yumuşak olabilir ve diğerinin üzerine kendi kırıntılarını bırakabilir. Bu da mineralin sertliği hakkında yanılmaya sebep olabilir. Böyle bir iz kolayca silinebilir fakat gerçek bir çizik kalıcıdır. Bozuşma ile bazı minerallerin yüzeyleri daha az sert olan bir malzemeye değişmiş olabilir. Bu nedenle sertlik testini numunenin taze bir yüzeyinde yapmak gerekir. Bir mineralin fiziksel durumu, sertliğin doğru olarak tayin edilmesini önleyebilir. Örneğin bir mineral toz halinde, taneli veya kıymıklı olursa, kendisinden daha az sert olan bir mineral tarafından çizilebilir. Bunun için sertlik testinin doğru olup olmadığını denetlemek için yöntemi terslemek gerekir. Yani hem A mineralini B ile, hem de B mineralini A minerali ile çizerek sertlik denetlenmelidir. Mohs Cetvelindeki minerallerden başka tırnak, bakır para, cep çakısı ve cam da sertliğin tayini hakkında bilgi verirler. Tırnağın sertliği 2’nin biraz üzerindedir. 110 Mineraloji, M. Yeniyol Bakır paranın sertliği yaklaşık olarak 3, cep çakısının 5’in biraz üzerinde ve pencere camının ise 5½’tur. Atomları birbirine bağlayan güçler yönlere bağlı olarak değişebilirler. Bu nedenle sertlik vektöryel bir özellik olup kristaller değişik yönlerde farklı sertlik gösterirler. Birçok mineralde yönler arasındaki sertlik farkı çok az olup, bu farklılık ancak özel yöntemlerle saptanabilir. Sertlikleri değişik yönlerde belirgin ölçüde farklılık gösteren iki mineral kalsit ve kyanittir. Kyanitin sertliği uzunluğu boyunca 5, buna dik yönde ise 7’dir. Kalsitin sertliği tüm yüzeylerde 3, {0001} yüzeyinde ise 2’dir ve bu yüzeyi tırnakla çizilebilir.
ESNEKLİK
Bir mineralin, kırılma, öğütülme, bükülme veya yırtılmaya karşı gösterdiği dirence esneklik denir. Esnekliği tanımlamak için aşağıdaki terimler kullanılır. 1. Gevrek. Kolayca kırılan ve toz haline gelen mineral. Başlıca iyonik bağlı mineraller için karakteristik bir özelliktir. 2. Dövülebilme. Bir mineralin çekiçle dövülerek levha haline gelebilmesi. 3. Çekilebilme. Bir mineralin tel haline çekilebilmesi. 4. Kesilebilme. Bir mineralin bıçakla yonga çıkartılarak kesilebilmesi. 2, 3 ve 4 maddelerde tanımlanan özellikler, metalik bağlantılı minerallerde görülür. 5. Bükülebilme. Kuvvet kaldırıldıktan sonra eski haline dönemeyecek tarzda bükülme veya eğilme. Klorit ve talkın dilinim katmanları bükülebilir ancak büküldükten sonra eski haline dönmezler. Meydana gelen deformasyon kalıcıdır. 6. Elastiklik. Kuvvet kaldırıldıktan sonra eski haline gelebilen bükülme veya eğilme yeteneği. Mikalar bu tarzda elastiklik gösterirler.
ÖZGÜL AĞIRLIK Bir cismin belli bir hacimdeki ağırlığının, 4o C sıcaklıkta aynı hacimdeki suyun ağırlığına olan oranına özgül ağırlık denir. Özgül ağırlık sadece rakamla, yoğunluk ise gr/cm3 gibi bir birimle gösterilir. Bir kristalen maddenin özgül ağırlığı (Ö.A.), kendisini meydana getiren atomların türüne ve atomların paketlenme tarzına bağlıdır. Aynı kristal iç yapısına sahip minerallerden “atom ağırlıkları” daha yüksek olan atomlardan meydana gelenlerin özgül ağırlıkları daha büyüktür (Tablo 6.1). Tablo 6.1. Rombusal karbonatlarda, katyonların atom ağırlığı ile birlikte özgül ağırlıkların artışı. Mineral Bileşim Katyonların atom ağ. Ö.A. Aragonit CaCO3 40.08 2.94 Stronsiyanit SrCO3 87.62 3.78 Viterit BaCO3 137.34 4.31 Serüzit PbCO3 207.19 6.58 Atomların paketlenme tarzının özgül ağırlığa olan etkisi, polimorfik bileşiklerde açıkça görülür. Bu bileşiklerin kimyasal bileşimleri aynı fakat atomlarının paketlenme tarzları farklıdır. Buna tipik bir örnek, ikisi de karbon bileşimli olan elmas ve grafit’tir. Bu minerallerden elmasta karbon atomları yakın paketlenmiş olup özgül ağırlık 3.5’tur. Grafitin ise karbon atom katmanları gevşek paketlenmiştir ve özgül ağırlığı 2.23’tür.
Özgül Ağırlığın Tayin Edilmesi
Bir mineralin özgül ağırlığını hassas olarak ölçülebilmesi için; mineralin homojen ve saf, hava filmi veya kabarcıkların yer alabileceği kırıkları ve boşlukları içermeyen bir sıkılıkta (kompakt) olması gerekir. Normal mineralojik amaçlı bir özgül ağırlık ölçümü için yaklaşık olarak 1 cm3 hacminde numune yeterlidir. Özgül ağırlık tayininde aşağıdaki aşamalar izlenir. Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 111 Mineral önce havada tartılır (Ah) daha sonra da suya daldırılır ve suda tartılır (As). Daha sonra özgül ağırlığı aşağıdaki formülden bulunur. Ah Özgül ağırlık (Ö.A.) = Ah - As
Yaylı Terazi.
Özgül ağırlığın bir orantı olması nedeniyle bir numunenin mutlak ağırlığını tayin etmek gerekli değildir. Sadece havadaki ve sudaki ağırlılıklarının ölçülmesi yeterlidir. Şek. 6.5’te görülen özel bir yaylı terazi kullanarak, numune kırıntısı önce üst kefeye konur ve yayın uzama miktarı saptanır. Bu değer numunenin havadaki ağırlığını (Ah) verir. Daha sonra kırıntı alt kefeye konur ve suya daldırılır. Yayın uzama değeri kırıntının sudaki ağırlığını (As) gösterir. Bu değerler yukarıda verilen formüle yerleştirilir ve özgül ağırlık hesaplanır. Şek. 6.5. Yaylı terazi. Bu yöntemle, 25 miligramdan daha küçük olan numunelerin özgül ağırlığı hesaplanabilir. Bu yöntem uygulanırken sıcaklık düzeltmelerinin yapılması ve yüzey Şek. 6.6. Piknometre. gerilimi düşük olan sıvıların kullanılması gereklidir.
Piknometre.
Bir mineralden yeterli büyüklükte bir parça elde edilemezse özgül ağırlığı, piknometre yöntemi ile bu mineralin tozundan veya kırıntılarından hassas olarak tayin edilebilir. Piknometre, içinden kılcal bir kanal geçen ve bir cam tıkacı olan küçük bir şişedir (Şek. 6.6). Özgül ağırlığı tayin etmek için, önce kuru ve boş şişe tıkacı ile birlikte tartılır (P). Mineral kırıntıları şişeye konur ve ikinci bir tartım (M) yapılır. M − P numunenin havadaki ağırlığını verir. Bundan sonra, şişe bir miktar damıtık su ile doldurulur ve varsa, hava kabarcıklarının çıkması için birkaç dakika kaynatılır. Soğutulduktan sonra, kılcal açıklığın üst sınırına kadar damıtık su eklenir ve tekrar tartılır (S). Piknometre boşaltılıp sadece suyla doldurulur ve son bir tartım daha (W) yapılır. Sonra özgül ağırlık aşağıdaki formülden hesaplanır. (M − P) Ö.A. = W + (M − P) − S P = boş piknometre ağırlığı. M = piknometre + numunenin ağırlığı. M − P = numunenin ağırlığı. 112 Mineraloji, M. Yeniyol W = piknometre + suyun ağırlığı. S = numune + piknometre + taşırılmamış suyun ağırlığı. W + (M − P) – S = numune tarafından taşırılmış suyun ağırlığı. Ağır Sıvılar. Minerallerin özgül ağırlıklarını tayin etmek için, özgül ağırlığı yüksek olan çeşitli sıvılar da kullanılır. Bromoform (Ö.A. = 2.89) ve metilen iyodür (Ö.A. = 3.33) en çok kullanılan iki ağır sıvıdır. Bu sıvılar aseton (Ö.A. = 0.79) ile kolayca karışırlar. Aseton ile karıştırmakla istenen ara değerlerdeki özgül ağırlıklar elde edilebilir. Bunun için numune önce ağır sıvıya daldırılır. Numune sıvının içinde yüzer bir konuma gelene kadar ağır sıvıya aseton eklenir. Bu durumda, hem sıvının hem de numunenin özgül ağırlıkları aynıdır. Sıvının özgül ağırlığı Westfal Terazisiyle ölçülür ve numunenin özgül ağırlığı tayin edilir.
Yoğunluğun Hesaplanması
Birim hücrenin hacmi ve bu hücrede bulunan atomların türleri ve sayıları bilinirse, mineralin yoğunluğu hesaplanabilir. Kimyasal formüller mineralleri meydana getiren farklı atomların oranlarını verirler fakat birim hücredeki formül sayısı hakkında bilgi sağlamazlar. Bu sayı genellikle küçük olup Z ile gösterilir. Örneğin, aragonit’in (CaCO3) formülünde atomların oranı 1Ca : 1C : 3O’dir. Her birim hücrede dört birim formül vardır (Z = 4). Yani birim hücrede 4Ca, 4C ve 12O bulunur. CaCO3’ın molekül ağırlığı (M) 100.09’dur. Böylece birim hücrenin içerdiği 4 molekülün ağırlığı 4 x 100.09 = 400.36’dır. Ortogonal (dik açılı) kristal sistemlerinde birim hücrenin hacmi hücre boyutlarının V = a x b x c tarzındaki çarpımından elde edilir. Dik açılı olmayan sistemlerde ise kenarlar arasındaki açıların da gözönüne alınması gerekir. Aragonitin birim hücre boyutları a = 4.96 Å, b = 7.97 Å ve c = 5.74 Å olan bir rombusal hücre yapısı vardır. Birim hücresinin hacmi V = 226.91 Å3 ’tür. Å3 olarak hesaplanan birim hücrenin hacmini cm3 ’e çevirmek için bulunan değer (108 ) 3 ’e bölünür veya V = 226.91 x 10–24 eşitliğinde olduğu gibi 10–24 ile çarpılır. Böylece aragonitin yoğunluğu (D) aşağıdaki formüle göre hesaplanır. Formüldeki N, Avogadro sayısı olup 6.02338 x 1023’e eşittir. Z x M D = N x V 4 x 100.09 D = 6.02338 x 1023 x 226.91 x 10–24 = 2.93 g/cm3
RENK
Renk, minerallerin fiziksel özellikleri arasında ilk başta ve en kolay gözlenen özelliğidir. Ayrıca bir çok mineral için karakteristik bir özellik olup minerali tanıtan kriterlerden biridir. Birçok mineralin rengi değişik olabilmektedir. Şek. 6.7. Renklerin üç farklı birimle gösterildiği spektrum. Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 113 Renk, gözümüzün elektromagnetik spektrumdan “görünen ışığı” görebilmesi ile ilgilidir. Görünen ışık, bu spektrumun yaklaşık olarak 350 – 750 nanometre (1 nm = 10 angström) aralığındaki dalga boylarını kapsar (Şek. 6.7). Şek. 6.8. Işığın yoğun bir madde ile etkileşmesi sonucunda meydana gelen yansıma, kırılma, yayılma ve emilme (absorbsiyon). Emilen ışığın bir kısmı floresans olarak yeniden yayılabilir. Beyaz ışık bir mineralin yüzeyine çarptığı zaman; mineralden geçer, saçılır, yansır, kırılır veya mineral tarafından emilir (Şek. 6.8). Işığın kısmen saçılması ve yansıması, mineralde cila özelliği olarak algılanır. Geçen ışık mineral tarafından emilmezse (absorbsiyon) bu mineral yansıyan veya geçen ışıkta renksiz görünür. Mineralden geçen ışığın belirli dalgaboyları emilebilir. Geriye kalan ve mineralden geçip göze ulaşan dalgaboylarındaki ışınların kombinasyonu bir renk olarak algılanır. Örneğin beril; bileşimindeki Fe3+ ve Cr3+ gibi kromofor (renk meydana getirici) geçiş elementleri, H2O ile CO2 gibi moleküllerin varlığı ve kristal kafesindeki titreşimlerin neden olduğu absorbsiyonların sonucunda renkli görünür. Bir atomda farklı kabuklarda ve yörüngelerde bulunan elektronların, birbirinden farklı ve belirli enerji seviyeleri vardır. Elektromagnetik bir ışın bir malzeme ile etkileşince, dalga boyları elektron seviyeleri arasındaki enerji farkına eşit olan ışınlar emilir ve bu elektronlar bir seviyeden başka bir seviyeye sıçrarlar. Renkli minerallerde belirli elektron seviyeleri arasındaki enerji farkı, görünen ışığın dalgaboyları aralığındandır. Bu nedenle beyaz bir ışık minerale çarptığı zaman belirli dalgaboyları emilir (yani spektrumdan çıkar), bu da elektronların bu seviyeler arasında sıçramasına neden olur. Elektronlarla ilgili olan ve minerallerin renkli görünmesine neden olan başlıca olaylar; kristal alan geçişleri, moleküler yörünge geçişleri ve renk merkezleri olarak sınıflandırılırlar. Kristal alan geçişleri, “geçiş elementlerinde” kısmen dolu olan 3d yörüngeleri arasındaki elektron geçişleridir. Bu geçişler genellikle; Ti, V, Cr, Mn, Fe, Co, Ni ve Cu gibi geçiş elementlerinin bulunduğu minerallerde meydana gelirler. Bu elementlerde kısmen dolu olan 3d yörüngeleri görünen ışığın enerjisiyle kolayca uyarılabilirler. Bu tarzdaki elektron geçişleri renk oluşmasının esasını meydana getirirler. Moleküler yörünge geçişleri, bitişik iyonlar arasındaki valans elektronların ilerigeri geçişleri ile meydana gelirler. Bitişik iyonlar tarafından ortak olarak kullanılan bu elektronlar molekülün ortak yörüngesine aittirler. Bunlar, molekülü meydana getiren atomlardan herhangi birinin valans elektronu konumundan çıkmış haldedirler. Moleküler yörünge geçiş örneklerine birçok mineralde rastlanabilmektedir. Örneğin Fe2+→ Fe3+ yük transfer geçişinde, A konumundaki Fe2+’den B konumundaki Fe3+’e bir elektron geçer. Böylece Fe2+ (A) + Fe3+ (B) ↔ Fe3+ (A) + Fe2+ (B) eşitliğine göre A konumunda Fe3+, B konumunda ise Fe2+ meydana gelir. Terslenebilen bu elektron sıçrama hareketlerinin enerjisi genellikle görünen ışığın dalga boylarındadır. Birçok mineralde görülen kuvvetli mavi renk bu geçişlerle ilgilidir. Örneğin, glokofan (mavi amfibol), disten (genellikle mavi) ve safir (korundun mavi renkli mücevher türü) bu duruma ait örneklerdir. 114 Mineraloji, M. Yeniyol Şek. 6.9. Florit (CaF2) yapısının şematik görünüşü. Yapıdan çıkan bir F iyonunun yerini bir elektronun almasıyla renk merkezinin meydana gelir. Renk, mineral yapısındaki kusurların bir sonucu olabilir. Bazı yapısal kusurlarda hapsedilen ve herhangi bir birey atoma bağlı olmayan bir elektron, renk meydana getirebilir. Bunun yanında bir elektronun eksik olması, yani bir deliğin varlığı da aynı etkiyi yapar. Bu tipteki yapısal özelliklere renk merkezleri denir. Lacivert renkli floritin (CaF2) rengi, yapısındaki kusurlardan kaynaklanır. Şek. 6.9’da, yapısında bir F– iyonu eksik olan floritin yapısı görülmektedir. F– iyonları ağında meydana gelen bu kusurlar; 1) F– iyonunu yerinden söküp yapıdaki başka bir konuma yerleştiren yüksek enerjili radyasyon (X-ışınları), 2) Floritin aşırı miktarda Ca’un bulunduğu bir kimyasal ortamda büyümesi, 3) Bir elektriksel alan etkisiyle bazı F– iyonların kristalden çıkartılması gibi sebeplerden kaynaklanır. Ancak yapının nötr kalması gerektiğinden, boş kalan yerde genellikle bir elektron bulunur ve Şek. 6.9’da görülen bir “elektron renk merkezi” meydana gelir. Bu elektron, çevresindeki herhangi bir çekirdeğe bağlı değildir. Elektronun komşu iyonların yörüngeleri arasındaki hareketi, renklenme ve optik floresans meydana getirir. Bazı kuars kristallerinde görülen duman rengi bir “delik renk merkezi” ile ilgilidir. Bu kuarslarda bir miktar Al3+, Si4+’un yerini almıştır. Elektriksel nötralizasyonu sağlamak için, kafes içinde bazı Na+ veya H+ iyonları da bu yer almaya eşlik ederler. Tetraedral konumdaki Si’un yerine Al’un yer aldığı bu kuarslar, birkaç dakika şiddetli X-ışınları, gama ışınları veya uzun jeolojik dönemler boyunca düşük dereceli radyasyon etkisi altında kalırlarsa “delik renk merkezleri” meydana gelir. Radyasyon, Al3+ iyonuna bitişik olan oksijen atomunun ait elektron çiftinden bir elektronu çıkartır ve yörüngede tek bir elektron kalır (Şek. 6.10). Eksik elektrona delik denir. Geride kalan elektron da florit örneğinde olduğu gibi komşu yörüngelere sıçramalar yapar. Şek. 6.10. Kuars yapısının şematik görünüşü. (a) Saf SiO2’nin normal yapısı. (b) Yapısında Si4+’un yerine Al3+ ve H+ iyon çiftinin yer aldığı dumanlı kuarsta radyasyon etkisiyle O2–’deki elektron çiftinden bir elektronun çıkartılması ve renk merkezinin meydana gelmesi. Bir mineralde renklenme meydana getiren bir başka sebep de minerale mekanik olarak karışan safsızlıklardır. Bu safsızlıklar, aslında renksiz olan bir minerale çeşitli Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 115 renkler kazandırabilirler. Örneğin, içinde çok ince ve saçılmış durumda klorit içeren kuars yeşil renkli, mangan oksit veya karbonun varlığı nedeniyle kalsit siyah renkli olabilir. Hematit en yaygın renk verici bir safsızlık olup birçok minerale kırmızı renk verir.
Çizgi Rengi
Çok ince toz haline gelmiş bir mineralin gösterdiği renge çizgi rengi denir. Bir mineral değişik renklerde olabilirse de çizgi rengi genellikle sabittir ve mineralin tayini için önemli bir özelliktir. Çizgi rengi, minerali sırlanmamış beyaz bir porselene sürtmekle tayin edilir. Porselen bir levhanın sertliği yaklaşık 7 olup bundan daha sert olan minerallerin çizgi rengi için kullanılmaz.
Cila
Bir mineralin yüzeyinin, yansıyan ışıktaki genel görünüşüne cila denir. Cila, metalik cila ve metalik olmayan cila olmak üzere iki tiptedir. Aralarında keskin bir sınır olmadığı için zaman zaman yarı metalik cila terimi de kullanılır. Metal cilalı terimi, bir metalin parlak görünüşünü gösteren mineraller için kullanılır. Bu minerallerin ışığı geçirmeme özellikleri çok yüksek olup çizgi renkleri koyudur (galenit, pirit ve kalkopirit gibi). Metalik olmayan cilalı mineraller, genellikle açık renkli olup ışığı en azından ince kenarlarından geçirirler. Bu mineraller renksiz veya çok açık çizgi renklidir. Metal olmayan minerallerin cilası aşağıdaki terimlerle ifade edilir. Cam cilalı. Camın gösterdiği cila. Örneğin, kuars ve turmalin. Reçine cilalı. Reçine gibi cila gösterenler. Örneğin, sfalerit ve kükürt. Sedef cilalı. Sedefe benzer cilalı. Bu tarzdaki cila, dilinim yüzeylerinde görülür. Örneğin, apofillit’in bazal düzlemi ve talk’ın dilinim yüzeyi. Yağ cilalı. Yüzey, ince bir yağ katmanı ile kaplanmış gibi görünür. Bu tarzdaki cila mikroskobik boyutta pürtüklü olan yüzeylerden ışığın saçılması sonucunda meydana gelir. Örneğin, nefelin, bazı sfalerit türleri ve kuars. İpek cilalı. İpeğe benzer. Işığın ince lifsel ve paralel agregatlardan yansımasının bir sonucudur. Örneğin, lifsel jips, malakit, krizotil, silisleşmiş krosidolit olan “kaplangöz”. Elmas cilalı. Elmas gibi müstesna parlaklıktaki cila, mineralin olağanüstü yüksek kırılma indisi ile ilgilidir. Örneğin, serüzit ve anglezit gibi bileşimlerinde kurşun içeren saydam mineraller de elmas cilalıdır.
Renk oyunu
Işık bir mineralin yüzeyinde veya içinde girişim yaparsa, gelen ışığın açısına bağlı olarak bir seri renk meydana gelir. Has opalde olduğu gibi, beyaz veya koyu renkli bir zemin üzerinde meydana gelen çeşitli renklerin çarpıcı parıltısına renk oyunu denir. Şek. 6.11. Has opalde düzenli bir dizilim ve yakın paketlenme gösteren opal küreciklerinden meydana gelen düzlemlerde ışığın difraksiyonuyla spektral renklerin meydana gelmesi. Düzlemler arasındaki mesafe d ile gösterilmektedir. Elektron mikroskobu incelemeleri ile elde edilen bulgulara göre renk oyunu, has opalde eşit büyüklükte olan kürelerin üç boyutlu düzenli dizilimi ile ilgilidir (Şek. 6.11). Küreler, amorf SiO2’ten meydana gelmiş olup az miktarda su içerirler. 116 Mineraloji, M. Yeniyol SiO2 kürelerinin arasında çimento olarak, farklı miktarda su içeren amorf silis yer alır. Has opalde aynı tarzda paketlenen kürelerin meydana getirdiği düzenli kesimler, 1 mm’nin altından başlayıp 1 cm’yi aşkın büyüklüklere ulaşırlar (Şek. 6.12). Üç boyutlu düzenlenme gösteren bu kesimlere gelen beyaz ışık, nλ = µ2dsinθ Bragg eşitliğine göre difraksiyona uğrar ve spektral renklerine çözümlenir. n küçük bir tam sayı (1, 2 veya 3); λ, belirli bir spektral çizginin dalga boyu; µ, opal’in kırılma indisi; d ise opaldeki küre düzlemleri arasındaki mesafedir. Adi opalde küreler düzenli bir dizilim göstermezler ve saçılan beyaz ışık bazen sedef görünüşünde opalesans meydana getirirler. Şek. 6.12. Has opal. Işığın, konumları birbirine yakın olan kırıklar, dilinim düzlemleri, ikiz lamelleri, eksolüsyon lamelleri veya paralel yönlenmiş çok küçük kapanımlar (inklüzyon) tarafından difraksiyona uğratılması minerallerde bir iç menevişlilik meydana getirir. Lamellerinin değişik kalınlıklarda olması nedeniyle bazı labradoritler, mavi ila yeşil ve sarı ila kırmızı arasında renkler gösterirler. Bu menevişliliğe aynı zamanda şiller veya labradoresans da denir. Bu durum, ışığın kalınlıkları 0.1µ veya daha ince olan eksolüsyon lamellerinden saçınmasıyla meydana gelir. Yüzey menevişliliği, sabun köpüğü veya su üzerindeki ince bir yağ katmanın görünüşü gibidir. Mineral yüzeylerindeki menevişli görünüş, ışığın oksidasyon veya değişme ile meydana gelen ince bir yüzeysel katmanda girişim yapması ve yansımasıyla meydana gelir. Özellikle hematit, bornit, limonit ve sfalerit gibi metalik minerallerde bu tarzda bir menevişlilik görülür.
Saydamlık
Saydamlık, bazı minerallerin ışığı geçirme özelliğini belirtir. Işığı geçirme dereceleri aşağıdaki terimlerle ifade edilir. Saydam. Bir mineralden bakıldığında, altındaki nesnenin biçim ve sınırları görülebiliyorsa buna saydam mineral denir. Bulanık (yarı saydam). Bir mineral yukarıda tanımlandığı gibi saydam olmaz fakat sadece ışığı geçirirse buna bulanık veya yarı saydam mineral denir.
Opak.
En ince kenarlarından bile ışığı geçirmeyen mineraller için opak mineral terimi kullanılır.
Pleokroizma
Bazı mineraller ışığı farklı kristal eksenleri yönünde değişik miktarlarda absorbe ederler. Bu nedenle bu mineraller değişik kristalografik yönlerinde değişik renklerde görünürler. Kristallerin bu özelliğine çok renklilik veya pleokroizma denir. Bazı mineraller, birbirlerine dik olan iki ayrı yönde iki renk gösterirler. Buna dikroizm denir (örneğin beril; bazis yönünden mavi, yatay eksen yönünden ise yeşil renkli görünür). Bazı mineraller ise birbirine dik olan üç ayrı yönde üç farklı renktedirler. Buna trikroizm denir (örneğin kordierit; üç ayrı yönde, mavimsi gri, sarı ve mor renklerde görünür).
Katoyans ve Asterizm
Bazı mineraller yansıyan ışıkta ipeğimsi bir görünüş gösterirler. Bu durum, yakın paketlenme gösteren paralel liflerden ve paralel düzenlenmiş kapantılardan veya Bölüm 6,Fiziksel Özellikler 117 küçük boşluklardan kaynaklanır. Bu mineraller bombeli bir biçimde kesilirlerse, lif veya kapantıların uzandığı yöne dik olan bir ışık şeridi meydana gelir. Katoyans adı verilen bu özellik; lifsel jips, kedigöz, kaplangöz ve krosidolit’te görülür. Özellikle trigonal sistemde olmak üzere, bazı kristallerdeki kapantılar aralarında 120o açı yapan üç kristalografik yönde düzenlenirler. c eksenine dik yönde bombeli olarak kesilen böyle bir mineral, “üçlü katoyans” olarak da adlandırılan ve her kapantı yönüne dik bir ışından meydana gelen altı uçlu bir yıldız görünüşü gösterir. Yıldız yakut ve yıldız safirlerde görünen bu duruma asterizm denir (Şek. 6.13). Şek. 6.13. Asterizm özelliği gösteren yıldız yakut.
LÜMİNESANS
Bir mineralin, akkor hali ile doğrudan ilgili olmaksızın yaydığı her hangi bir ışığa lüminesans denir. Bu durum, aktivatör denen safsızlıkları içeren minerallerde sıkça gözlenir ve çeşitli tarzlarda oluşabilir. Lüminesans, çoğunlukla zayıftır ve sadece karanlıkta görülür.
Floresans ve Fosforesans
Ultraviyole ışığı, X-ışınları veya katot ışınları altında tutulan bir mineralin ışık yaymasına floresans denir. Işık yayma, uyarıcı etki yapan ışınların kesilmesinden sonra da devam ederse buna fosforesans adı verilir. Floresansın sebebi renk oluşturan sebeplere benzer. Geçiş elementlerinin iyonları floresansta da etkin aktivatör rolündedirler. Kısa dalga boylu radyasyon ile uyarılan elektronlar, daha yüksek enerji seviyelerine sıçrarlar. Bu elektronlar ilk konumlarına dönerken aynı dalga boyunda bir “görünen ışık” yayarlar. Uyarılan bu elektronlar, uyarılma durumu ile ilk durumları arasındaki bir ara konuma da düşebilirler. Bu durumda bir föton veya daha düşük enerjili bir ışık yayarlar. Fosforesans’ta ise uyarılan elektronların daha yüksek bir enerji seviyesine yükselmeleri ile başlangıç durumlarına dönmeleri arasında bir oyalanma süresi vardır. Minerallerin, belirli dalga boylarındaki ultraviyole ışınlarını emme yetenekleri farklıdır. Bazıları sadece kısa, bazıları sadece uzun, bazıları da hem uzun hem de kısa dalga boylarındaki ultraviyole ışınlarının etkisinde floresans gösterirler. Yayılan floresan ışığının rengi, büyük ölçüde ultraviyole ışığın dalga boyuna veya ışık kaynağına bağlıdır. Sentetik fosforun elde edilmesiyle floresans, floresant lamba, boya, elbise ve bantlarda yararlanılan olağan bir özellik haline gelmiştir. Minerallerin floresans özelliği, pratikte cevher arama ve hazırlamada da uygulama alanı bulmaktadır. Taşınabilir bir ultraviyole lamba ile geceleyin mostralarda ve yeraltı işletmesinde örneğin, floresant özelliği olan şeelit minerali izlenebilir ve miktarı tahmin edilebilir.
Termolüminesans
Akkor halinden daha düşük sıcaklıklarda ısıtılan bir maddenin görünen ışık yaymasına termolüminesans denir. Bu özellik en iyi, safsızlık (impürite) olarak aktivatör içeren minerallerde görülür. Termolüminesant bir mineral 50-100o C arasında ısıtılırsa, başlangıçta genellikle zayıf bir ışık yayar ve bu ışık genellikle 475o C üzerinde kesilir. Bu özellik genellikle kalsit, apatit, skapolit, lepidolit ve bazı feldspat minerallerinde görülür. 118 Mineraloji, M. Yeniyol Tribolüminesans Öğütülen, çizilen veya ovulan bir mineralin ışık yayma özelliğine tribolüminesans denir. Bu özelliği gösteren minerallerin çoğu “metal olmayan mineraller” olup iyi dilinim gösterirler. Tribolüminesans gösteren minerallere örnek olarak florit, sfalerit ve lepidolit mineralleri gösterilebilir.
ELEKTRİKSEL ÖZELLİKLER
Kristallerin elektriksel iletkenlik göstermesi yapılarındaki bağ tipi ile ilgilidir. Tümüyle metalik bağlı olan doğal elementlerin mineralleri elektriksel bakımdan mükemmel iletkendir. Metalik bağların kısmen bulunduğu bazı sülfür mineralleri yarı iletkendir. İyonik veya kovalent bağlı mineraller ise iletken değildir. Küb sistemi dışında kalan minerallerdeki elektriksel iletkenlik, kristalografik yönlere göre değişen vektöryel bir özelliktir. Örneğin heksagonal bir mineral olan grafit’in elektriksel iletkenliği c eksenine dik yönde çok daha fazladır.
Piezoelektriklik
Otuziki kristal sınıfının yirmibirinde simetri merkezi yoktur. Bu kristallerde polar eksenler bulunur. Jiroidal (432) sınıfı dışındaki sınıfların tümünde, farklı uçları değişik kristal formları gösteren en az bir polar eksen vardır. Polar eksenlerin uçlarına basınç uygulanırsa, elektronlar bu eksenin bir ucundan diğerine doğru akarlar. Böylece bir uçta negatif elektrik diğer uçta da pozitif elektrik yükü meydana gelir. Buna piezoelektriklik denir. Piezoelektriklik, polar eksenli sınıflarda kristalleşen herhangi bir mineralde görülebilir. Ancak, bazı minerallerde meydana gelen elektrik yükü saptanamayacak kadar küçüktür. Piezoelektriklik gösteren en önemli minerallerden biri kuars’tır. Kristalografik bakımdan yönlü olarak kesilen kuars levhaları radyo frekanslarını kontrol etmek ve frekans düzenleyici olarak dijital saatlerde kullanılırlar.
Piroelektriklik
Bir kristalde meydana gelen sıcaklık değişimleri polar bir eksenin zıt uçlarında pozitif ve negatif yüklerin gelişmesine sebep olur. Bu özelliğe piroelektriklik denir ve sadece polar eksenli kristallerde gözlenir. Tek polar eksenli olan on kristal sınıfının kristalleri, “gerçek” veya birincil piroelektriklik gösterirler. Örneğin, turmalin bu grupta yer alır ve bir polar ekseni (c) vardır. Kuars ise üç polar (a) eksenlidir fakat bu grupta yer almaz. Fakat kuars gibi polar eksenli olan diğer kristaller de sıcaklıkla piroelektriklik gösterebilirler. Bu kristallerde polarizlenme, farklı ısı genleşmesinden kaynaklanan deformasyon sunucunda oluşan piezoelektriklikle meydana gelir. 100o C
Bu kategoride henüz ürün Yok.